19 Mayıs 2009 Salı

sıkıldım

kimileri şunu söyleyebilir; senin için bir anlam ifade etmiyor olabilir ama çocuklar 23 nisanda gençler de 19 mayısta gösteri yapmaktan keyif alıyorlar. ben de gülerim bunu söyleyene.
dünyanın en gerizekalı aktivitesi.
ellerinde ponponlarla en ilkel koreografi eşliğinde dans eden beyaz bacaklı kızlar, o beyaz bacaklı kızlara bakarak dans eden ergen delikanlılar.
alın size 19 mayıs.

atatürk 19 mayıs tarihini kendi doğum günü kabul edip, bir de bu güzel bahar gününü gençlere armağan ettiğinde aklından bu manzaralar geçiyor muydu emin değilim. yani belki onun zamanında erkek öğrenciler birbirlerinin üstüne çıkıp kule yaptığında bu etkileyici bir gösteri sayılıyordu. hatta bayramların bu şekilde kutlanması medeni ülkelerin genelinde yaygın bir uygulamaydı belki de.
ama artık değil.

artık 19 mayıs öncesindeki 10 gün boyunca bir anda eğitim çavuşuna dönüşen beden eğitimi öğretmenlerinin yaptırdığı o bitmek bilmeyen yürüyüşler, öğrencilerin hiç istemediği halde halkoyunu öğrenmek zorunda kalması, birbirinin aynı, son derece kalitesiz, zevksiz bayram kıyafetleri bitsin artık.

üstelik bayram yaa.. gençlerin bayramı... ama gençler kendilerine hediye edilen bu günü işkence çekerek geçiriyorlar. sabahın köründe kalkıp, stadyuma gidiyorlar aptalca danslar edip kendilerini gerizekalı gibi hissediyorlar.

neden bu kadar eminim ne hissettikleri konusunda? çünkü allah kahretsin ben de yaşadım aynı şeyleri. ve bugün 19 mayıs stadyumunda yürüyen, gerzek kıyafetleriyle dans eden gençleri görünce o günlerim aklıma geldi. sanırım her yıl birbirinin aynısı gösterileri çocuklara dikte etmek eğitimcilere de kolay geliyor. oysa çok zor değl yaratıcı olmak.
bu günü kutlamanın tek biçimi neden stadyum maymunluğu olsun ki? gençlerin yapmaktan nefret
ettikleri değil de zevk aldıkları bir kutlama olamaz mı? sokak festivalleri, partiler, indirimli sinema, konser biletleri mesela??? çok mu zor olur 20'li yaşlarında parayı vurmuş popcuların bedelsiz konser vermeleri? sadece şu anda aklıma gelenler bunlar.

ya da çok mu imkansız cumhurbaşkanının gençlerin gününde kravatsız onların karşısına çıkması, eğlenceli şeyler söyleyebilmesi(sanırım bu imkansız)
23 nisan'a girmiyorum bile. çocukların, başbakanın meclis başkanının cumhurbaşkanının makamına oturup büyümüş de küçülmüş yaratıklar gibi konuşturulması mide bulandırıcı bence.
sanırım ben 23 nisanda çankaya köşkünün resepsiyon salonunda palyaçoların olmasını çocukların eğlenmesini, köşkün bahçesine de kocaman bir lunapark kurulmasını istiyorum, ya da "19 mayıs'ta tatil yapan gençlerin top oynadığı semt sahasına çat kapı gelen hiçbir mesaj vermeden, siyaset yapmadan hamaset yapmadan eğlenebilen bir başbakan olsa" diyorum.
valla...

15 Mayıs 2009 Cuma

aklıma mukayyet ol!!







türkiye'de bir ilk. valilik kararıyla mesire yerlerinde içki içilmesi yasaklandı. çankırı'da vali şemsettin uzun baktı olmayacak, baktı yetkisi var yayınladı tebliği. 5 mayıs tarihli karara göre bundan böyle çankırı'da umuma açık yerlerde, araç içlerinde ve mesire-ören yerlerinde alkollü içki tüketimi yasaklandı.
gerekçe ne? son zamanlarda özellikle piknik dönüşlerinde yaşanan trafik kazaları ve alkolden kaynaklanan suçlar...
rakamlara baktım. çankırı türkiye'de en az trafik kazası yaşanan iller arasında. adli kayıtlara baktım; bir yıl içinde sadece 4 kişi gözaltına alınmış trafik kazası nedeniyle. toplam gözaltı sayısı yıllık ortalama 150'de. yani fena halde ihtiyaç varmış çankırı'yı alkol ve suç sarmalından kurtaracak bir kahraman valiye. çankırı değil de karnaval zamanı rio sanki... kısa süre önce dört çocuk arabada bira içip kaza yapmış. ikisi hayatını kaybetmiş. ve güya valilikteki yetkililere göre bu bardağı taşıran son damla olmuş. (bardağa gel) üstelik kentin merkezindeki süs havuzunun kenarında zaman zaman bira içenler oluyormuş!!!!(daha neler) ve artık karılarıyla kızlarıyla sokakta yürüyemez hale gelmişler. bu yazdıklarım valilik binasında bana söylenenler. vali tarafından değil ama.. valinin özel kalem müdürünün odasında konuştuğum kişiler. vali yoktu çünkü ortalarda.

çıktık biz de çankırılılara sorduk. ya "nedir bu yasak? nasıl karşılıyorsunuz? diye.. ama "çankırı'da tam bir bayram havası" var. sanırsınız ki valilik kaçak kömür yakılmasını yasakladı kentin daha temiz bir havası olacak, ya da sanırsız ki şehrin göbeğinde çöplük vardı o kaldırıldı. "allah validen razı olsun" diyenler, "geç kalınmış bir karar" diye buruk bir mutluluk yaşayanlar.
çankırılılar sevinmiş!.. yaklaşık 50 kişiye sordum. 3'ü dışında tepki gösteren olmadı yasağa.

bir de üniversite var. akp döneminde kurulanlardan. karatay üniversitesi(tabelasını görene kadar adını bile duymamıştım)... belki öğrenciler bozulmuştur bu işe diye onlara da sorduk. pek memnunlar karardan. "çankırı kaldırmaz"dediler. "piknikte içilmesin canım, gitsinler bu iş için açılmış meyhanelerde, birahanelerde ya da evlerinde içsinler" diyen janti saçlı delikanlılar, güzel genz kızlar gördük. "peki nerede bu birahaneler meyhaneler" dedik. sadece bir tane varmış. çınar meyhanesi. gittik gördük meyhane değil batakhane:) belki arz-talep meselesidir bilmiyorum. ama üniversite öğrencilerini bile mutlu etmiş yasak. yasaklara en çok itiraz edenler üniversite öğrencileri olmaz mı normalde? karnaval havası vardı onlarda da.

çünkü bahar festivali düzenlemişler çankırıda. gittik oraya da. "vali gelir belki" diye. gelmedi. biz de müzik dinledik. eğer yalanım varsa şerefsizim: içki yasağının gelmesi iyi oldu diyen gençler hep bir ağızdan duman'ın "içerim ben bu akşam" şarkısını söylediler:) "nerede içersin" diye sorasım geldi. sormadım. döndük sonra ankara'ya.

44 Mardin'in plakası mıydı?

"lan mardin'in plakası 44 mü yoksa" sorusuyla uyandım derin düşüncelerden. "hayır" dedim. malatya'nın plakası 44... sonra sessizlik oldu. kameraman arkadaşımın aklına gelen ilk detaylardan biriydi. açıkçası ben de düşünmüştüm aynı şeyi. ama tutmamıştı işte rakamlar. bilge köyü katliamını plaka numarasıyla bir metafor yaratarak anlatamayacaktık. ne yazık?!!!??(ne ayıp aslında)

çok değil sadece 18 saat önce 44 kişi ağlayarak, anlam veremeyerek, kızarak, üzülerek, belki kurtulurum diye ümit ederek, kurşunlara hedef olmuştu. ana yoldan ayrılıp 3 kilometre daha ilerleyince bulunduğu coğrafyaya ait olmayan, bir avuç su bulup yerden fışkırmış yemyeşil bir ayrık otuna benzeyen o köyü gördüm. o bölgeyi görenler bilir. yemyeşil köy tabiri güneydoğu bölgesi için geçerli değildir. o bölgedeki köyler sapsarıdır. mezopotamya gibi, orayı kavuran güneş gibi. ama bilge köyü değişikti işte. köyün çevresini dolaşan akarsu, yarattığı mikro cangıl ile belli ediyordu kendini. bereketli topraklar tamlamasının içi belki de nadiren bu kadar dolu olur...

bir harfiyat çalışması yapılıyordu köyün girişinde. kepçeler dozerler harıl harıl çalışıyordu. yağmurla yeşermiş topraklar sanki kahverengi köstebek yuvalarıyla bezeliydi. o köstebek yuvaları mezarlardı. 39 adet. erkek, kadın, çocuk. uzun, kısa, geniş. o mezarları görünce anladım yaşanan katliamı. sebebi henüz bilinmiyordu ama sonuçları tam önümdeydi. 44 sonuçtan 39'u en azından.

haberciyseniz yapmanız gerekenler oluyor. istemeye istemeye yapmanız gerekenler. bunlardan biri de ölü evinden aklı başında birini bulup sorular sormak. tek ama doğru bir kaynak bulursanız kimseyi üzmeden görevinizi yapabilirsiniz. ama yüzlerine bile bakamadım bu kez. kitlesel bir akıl kaybı, kitlesel bir ruh kaybı vardı orada. nasıl sorarsınız ki? uzak akrabasını kaybeden yoktu ki mezarlıkta. ya anne, ya baba, ya oğul, ya kız, ya dede, ya nine, ya karı, ya koca... ya da hepsi birden...
anlamak mı istiyorsunuz o köylülerin hissettiğini??? açın aile soyağacınızı. ve her dalını budayın köke kadar. işte size katliamın fotoğrafı: "her dalı budanmış bir soyağacı"

kimse soramadı kimseye. kürtçe bilen şoförümüzün yardımıyla ağıtlardan feryatlardan bilgi topladım belki de hayatımda ilk kez. "canın çıksın memo" diye haykıran kadın tetiği çekeni söyledi bana, "baba, kamyonun kaldı bir başına" diye bağıran delikanlı da gerekçelerden birini fısıldadı kulağıma.

işte bu yüzden belki de kimse doğruları anlatamadı. ama gerçekleri aktardı. görülebilenleri elbette. bir evde 44 kişi öldürüldü. saldırganlar 8 kişiydi. otomatik silah kullanıldı. geri kalanlar fasarya. karı-kız davası diyen de vardı, mal kavgası diyen de... jitem işin içinde olabilir mi? emri şıh mı verdi? şıh'ın karısını kim düdükledi yoksa o adam ölenlerden mi?
bakar mısınız? bir best-seller'da olması gereken her şey var. gizem, seks, din, derin-devlet, terör...

kimi haber bültenleri yayın saatinin tamamını ayırdı katliama. kimileri yarısını. kimisi özel program yaptı, kimisi 44 kişinin can verdiği o evde kan izlerini göstererek şiddet pornosu (snuff) çekti. "bakın kurşun deliklerine ne kadar da büyük", "işte bakın kanlı yataklar döşekler", "işte askıda kalmış kanlı pantolonlar gömlekler" (dünya sadistler birliğinin yıllık toplantısında dev ekranda gösterilen kısa film sanki) meraklılarının el altından yüzbinlerce dolar ödediği snuff movieler prime time'da gösterildi hem de kamu yararına!..


bir de unutmadan söyleyeyim. o ağız sulandıran metafor: "plaka numarası-ölü sayısı".... biraz zorlamayla da olsa dudaklardan döküldü. "47 plakalı ilimiz mardinde 47 kişi katledildi. pek çok kişi 44 (malatya) olarak açıkladı rakamı ama ölen kadınlardan üçü hamileydi" işte bu kadar!!!!... ana rahminde ölen üç çocuk spot'u kurtardı.
annesini ve babasını kaybeden 35(izmir) çocuğu da izmir'e gönderelim olmazsa. beylik laflarla spotlar yazarız onlara da...
not: fotoğraflar hürriyet gazetesi muhabiri hasan tüfekçi'ye aittir.