27 Temmuz 2009 Pazartesi

lucky & marley & owen & me

"belki hikayelerini duydugunuz o süper akıllı köpeklerden değildir. attığınız topu geri getirmeyi bile beceremez çoğunlukla... tüyleri dökülür, ağzı kötü kokar, oyun oynarken bazen dişlerini olması gerekenden fazla sıkar. komşunun çocuğunu ısırır, eve gelen misafirin bacağına attırır... ama sever sizi... siz de onu seversiniz... çünkü sizi sever o.... siz de onu seversiniz... çünkü sizi sever o...yukarıda yazılanlara rağmen tek bir gün kızdım ona... askere gittiğim gün veda etmeme izin vermedi... çünkü bir grup dişi sokak köpeğinin peşinden gitmişti. akşam beni izmire götürecek otobüsün kalkış saati yaklaşırken el fenerleriyle aramaya çıktık onu. kardeşim kızarkadaşım ve ben... bir saat sonra ben eve döndüm... kürek almak için... derin kazdım mezarını, onu öldüren köpekler bu defa da kokusunu alıp son döşeğini eşelemesin diye... çok özlüyorum onu..."

ekşi sözlükte 23 ağustos 2005 tarihinde yazmışım yukarıdaki paragrafı. köpeğim öldükten dört yıl sonra yani... bu entry'nin üzerinden de neredeyse dört yıl daha geçmiş. sekiz yıl önce giden lucky'nin ardından gec kalınmış bir ağıt...


yeniden bana onu hatırlatasan ise yakın bir arkadaşım oldu.
"sen owen wilson'a inanılmaz benziyorsun" dedi.

ben de "owen wilson" ile "clive owen"i karıştırdım:) beni benzettiği adamın bu fotoğraftaki aktör olduğunu sandığım için hafif bir göt kalkıklığıyla teşekkür ettim. sonra da bana ikizim kadar benzediği söylenen o aktörün fotoğreflarına bakmak için google'dan görselleri taradım. taramaz olaydım:)
arkadaşımın beni benzettiği adamı görünce inanılmaz hayal kırıklığına uğradım.


Clive Owen



ve o dakika itibari ile kızın hayatını kararttım. "beni nasıl böyle çirkin bir adama benzetebilirsin, küfretsen iyiydi, şu burna bak, adam bildiğin yamuk, saçlara bak sapsarı, tipe bak kayık" diyerek bezdirdim:)


ve dvd satın almak için girdiğim mağazada o pis adamı bana gülümserken gördüm. "owen wilson" bir dvd kapağından bana bakıyordu. ve içimden bir ses "bu filmi al ve kendinle yüzleş" dedi:) aldım çıktım. ve az önce filmi izledim.



Owen Wilson


marley & me filmin adı. gazeteci bir çift evlenir ve florida'ya taşnır. ancak john grogan (owen wilson) çocuk yapma mevzuunu ertelemek için karısına bir labrador alır. ve o labrador da bob marley şarkılarını çok sevdiği için marley olarak anılır artık.

film marley'in yaramazlıklarıyla (çoğu zaman katlanılamaz yaramazlıklar) soslanmış sıradan bir aile filmi. ama bir labrador'un yavru halinden yetişkin hale gelişini adım adım izlemek keyifliydi. üstelik bence filmi özel kılan, özel bir köpeği anlatmamasıydı. marley ne gazete taşıdı, ne akrobasi, ne bekçilik yaptı sadece var oldu. sadece önemsediği sevdiği insanlar için yaşadı. başka hiçbir şeyi onların önünde tutmadı. tıpkı lucky gibi, tıpkı jessie gibi, tıpkı poofy, viski, kont, toraman ve milyonlarcası gibi.






ve finalindeki o son monolog: "bir köpek lüks arabalara, büyük evlere dizayn kıyafetlere önem vermez. sudan çıkmış bir dal parçası onun için yeterlidir. onun için zengin fakir eğitimli cahil zeki ya da ahmak olmanızın önemi yoktur. ona kalbinizi verin o da size kendininkini verecektir.
Ve o kalbin içinde sadakat, cesaret, sadelik ve neşe olacaktır. "

john grogan ise aslında bir film kahramanı değil. South Florida Sun'da muhabir olarak çalışan bir gazeteci. grogan'a tatile çıkan bir yazarın yerine makale yazması teklif ediliyor. ancak o hayatını bir anda altüst eden marley'den başka bir şey yazamadığını farkediyor. önce haftada 3 gün ardından da 6 gün makale yazıyor. makalelerindeki konuları marley'in yaramazlıklarıyla süsleyerek anlatıyor. kısa süre sonra marley ve grogan önce kent çapında ardından eyalet çapında ve daha sonra ülke çapında bir fenomen'e dönüşüyor. gazete tirajı ikiye katlanıyor. marley ile maceraları kitaplaşıyor ve tam beş milyon kopya satılıyor. şubat 2007'de çıkan kitap 23 haftası bir numara olmak üzere, tam 76 hafta best-seller listesinde kalıyor.

ve elbette, holywood fırsatı kaçırmıyor:) işte az önce anlattığım film haline dönüştürülüyor. labrador, florida, philadelphia... buram buram propaganda koksa da beni yine de derinden etkiliyor.

22 Temmuz 2009 Çarşamba

"abdullah tak bir cd de neşemizi bulalım"

tunalı hilmi caddesi... akşam saatleri... trafik ağır ağır akıyor... siyah bir mercedes o trafikte ilerliyor. direksiyon'da yeni türkiyenin fotoğrafı var. türbanlı bir kadın sakince otomobili kullanıyor. kaldırımdakiler şaşkın şaşkın izliyor. adeta bir otomobil reklamında güzel otomobile büyülenmişcesine bakan figüranlar gibi ankaralılar.
ama otomobil değil önemli olan... içindekiler.
türbanlı kadın hayrünnisa gül, yanındaki bıyıklı bey de cumhurbaşkanı abdullah gül.
korumasız eskortsuz ilerliyorlar.
kaçamak gibi sanki...
ama kalabalığın içine saklanmak ister gibiler.
tunalı esnafı şaşkınlıkla el sallıyor direksiyondaki first lady'e ve yanındaki cumhurbaşkanına esat caddesi kavşağına kadar süzülüyor siyah mercedes.
haber bu...
ama materyal yok. görüntü yok fotoğraf yok.
ve haberci yanım hayıflanıyor. tek bir kare fotoğraf 10 saniyelik bir görüntü olsa keşke. ama yok işte.
sadece bolca tanık var.
onlar için ilginç bir hatıra.
kimileri kızmıştı atatürk'ü çankaya köşkünde yapayalnız gösteren "mustafa" filminin yönetmenine.
ama köşkün sakinlerinin kaderi bu sanki. izole edilmişlik...
"devletin zirvesi" tamlaması aslında yalnızlık ve üşümeyi çağrıştırıyor sanki.
aklıma bir soru geliyor. daha doğrusu küçüklüğüme ilişkin bir anı.
cumhurbaşkanı turgut özal. makam aracının direksiyonuna geçiyor. yanında da semra hanım. gaza basıyor. sonra da dönüyor karısına "semra tak bir kaset de neşemizi bulalım" diyor.
acaba arabayı kullanan dj'liği co-pilota'a devrediyorsa hayrünnisa gül eşine "abdullah tak bir cd de neşemizi bulalım" dedi mi??

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Diplomatik Miplomatik

diplomasi muhabirleri camiasına eş durumundan aşinayım. bir yurtdışı seyahatte tanışmıştım kız arkadaşımla ve ardından da kendisini tavlamak için sık sık büyükelçilik resepsiyonlarına gider oldum. bütün büyükelçilikleri aradım ve o dönem çalıştığım kanal atv'nin diplomasi muhabiri olduğumu bildirdim. ve kısa süre sonra davetiyeler yağmur gibi yağmaya başladı.

resepsiyonlardan genellikle haber çıkmaz ama ben ısrarla "bir gidip bakmakta fayda var"
diyerek elimde kadehim defalarca büyükelçilik rezidanslarında boy gösterdim. amaç yari görmekti:)
saatlerce ayakta dikilip çoğunlukla tanımadığım insanların anlamadığım şakalarına şen kahkahalar attım. kimi zaman da emekli büyükelçilerin son kullanma tarihi geçmiş siyasetçilerin kafa dürten sohbetlerinde baş salladım. ama bir noktada sevgiliyi bulup tüm acı hatıraları unuturdum...

ve ben de bir süre sonra müdavimlerinden oldum resepsiyon salonlarının. resepsiyonları veren büyükelçiler genellikle kapıda konuklarını karşılarlar. salona girişte davetliler tek tek ev sahibi ve sahibesinin elini sıkar. ben acemilik dönemlerimde adeta sıvışırdım o sıradan. el sıkmadan içeri girmenin yollarını arardım. utanırdım. ama zamanla tüm karşılama komitesinin tek tek elini sıkar hatta büyükelçinin elini sıkarken fotoğraf makinalarına poz verir hale geldim.

resepsiyon manevralarım işe yaradı kızı tavladım ama bana davetiye gönderen elçiliklere "tamam gerek kalmadı ben işimi gördüm" diyemedim:) ama o kadar çok resepsiyona gitmiştim ki fena halde daralıyordum resepsiyonlar ve resepsiyonların ritüellerinden. işte yeni başlayanlara resepsiyonlar için ipuçları:

1- Kıyafete Dikkat
bazı diplomasi muhabirleri ve diplomatik figürler için resepsiyonlar tek sosyalleşme alanıdır. eşleriyle dostlarıyla resepsiyonlarda görüşürler. bu nedenle çok fena bir ön hazırlık yapılır. saçlar kıyafetler filan.
daha birkaç saat önce bir basın toplantısında karşılaştığınız paçoz muhabir arkadaşınızı tanıyamayabilirsiniz bile. ancak özellikle yaz aylarında yapılan resepsiyonlarda felaketle karşılaşabilirsiniz. çünkü bu dönemde indirime giren bir marka varsa ucuza şıklık yakalamak isteyen üstelik bunu aynı kıyafet üzerinden gerçekleştiren pek çok kadından biri olabilirsiniz. örneğin fransa resepsiyonunda network ya da zara'dan olduğunu tahmin ettiğim kıyafeti beş ayrı kadının üstünde gördüm, üstelik ikisi muhabirdi. elbette ayakkabılar. kısalar topuklu giyer. sıçar... saatlerce ayakta kalınınca resepsiyon salonuna heybetle giren o seksi kadınlar salonu şaftı kaymış skodalar gibi terkederler. zaman zaman eline ayakkabısını almış oflaya poflaya çıkan konuklar bile gördüm. yani seksilikle sünnet annesi haline gelme arasındaki çizgi çok incedir. üstelik o topuklu ayakkabılar bahçede verilen resepsiyonlarda yeni sulanmış çimlere batar ve bizi olduğunuz yere mıhlar.
erkekler çok daha rahattır. takım elbiseyle konu kapanır.


2-Açık Büfe

resepsiyonların başladığı dakikalarda sadece içki servisi ve ara sıcaklar servis edilir. masalarda havuç, salatalık zamazingoları, ülkenin zenginliğine göre de kuruyemiş çeşitleri vardır... yani leblebili kuruyemiş tabağına daha rastlamadım ama bazılarında mesela sadece badem ve antef fıstığı içi olur. genellikle ilk kadehler bu başlangıçlarla götürülür. ve kritik an gelir. açık büfe gerçekten açılır yani... eğer doğru noktada değilseniz uzunca bir süre sıra beklemek zorunda kalırsınız. garip bir hareketlenme olur yemeklerin bulunduğu bölümde diplomatlar konuklar karıncalar gibi hareketlenir. yeri geldiğinde ülkeler arasında savaş çıkmasına mani olabilen o diplomatik camianın güzide insanlarını ellerindeki çatal ve tabaklarla, kılıç ve kalkanlı akıncılara benzetirim ben:)
büfede döner varsa yemek sırasının gerilimi artar. çünkü bilmiyorum neden sanırım dünyanın en çok sevilen yiyeceği döner. sıra bitmek bilmez. bir yiyen bir daha yer.
risk almak faydalıdır. yani döner de yemesem olur derseniz biraz beklemekte fayda. sıra azalır. diplomatik akıncılar silah tazeleyip (yeni tabak ve çatallar) yeni savaş meydanına (tatlı bölümüne) hareketlendiklerinde daha az bekleyip sakince tabağınızı doldurabilirsiniz.
ancak mesele bununla bitmez. o tabak ve diğer elinizdeki kadehle uygun bir yer bulup yemeğinizi yemelisiniz. bu zordur çünkü resepsiyon ayakta başlar ayakta biter. eğer bir bistroya yanaşamadıysanız işiniz zor. ya kadehten vazgeçmelisiniz ya da tabaktan. ama bir yer bulursanız sorun kısmen çözüldü demektir. ancak bu kez de sizden öncekilerin kullandığı tabaklar arasında kendinizinkine yer açmanız gerekir.
ancak bir elde kadeh bir elde tabak sorununa fransızların çözüm bulduğuna şahit oldum. porselen tabaklara monte edilebilen bir aparatla kadehler "embeded kadeh" haline gelmişlerdi.


3- Yanaşma Teknikleri

resepsiyonlar haber kaynaklarıyla habercilerin daha az resmi bir ortamda konuşabildikleri organizasyonlardır. ama yaklaşımın doğru olması gerekir. yani haber kaynağına doğru açıyla yanaşmak gerekir. yanaşırken de genellikle yalnız olmaz haberciler. üçü beşi bir araya gelir.
küçük adımlarla yürünür. ve ayaküstü görev dağılımı yapılır.
grup a gülümseyiciler: bu ekip kadınlardan oluşur. yanaşırken gülümseyerek haber kaynağının gerilimini azaltmakla görevlidirler.
grup b iticiler: ekipten yükselen "abi gitmeyelim galiba konuşmayacak" seslerini susturmakla görevlidirler
grup c sorucular: ya ekibin en tecrübelisi ya da en manyağı bu görevi üstlenir. genellikle en tecrübeliler en manyağı olur.
grup d teşekkürcüler: genellikle ekibin arka bölümünde yer aldıkları için soruları da yanıtları da çok az duyarlar. ve sık aralıklar "teşekkür ederiz efendim, teşekkür ederiz efendim" diyerek bu ızdırabı sonlandırmaya çalışırlar. çünkü duyamadıkları her kelime teşekkürcülerin canını yakmaktadır.





4- Gollum Tehlikesi

yanaşma tekniklerini tek bir bünyede toplamayı başarabilmiş habercilere gollum denir.
haber kaynağına arkadan yanaşır bunlar. bir yandan şüpheli gözlerle etrafı keserler sonra da mırıldanarak sorarlar.

çoğunlukla haber kaynağı anlamaz soruyu? tekrar sorduğunda sesini yükseltmez ama gollum. ağzını haber kaynağının kulağına daha çok yaklaştırarak sorunu çözer.
kulak memesinde başlar genelde sohbet.
mırıldanarak soru soran gollumlar gelişmiş bir duyma yeteneğine de sahiptir. çok düşük frekanstaki sesleri bile algılayabilir.
genellikle bedenleri sıska olur. daha kolay aralara sıvışabilirler. "gollum muhabirlerden" korunmanın yolu bir tanesini evcilleştirmektir. bu işlemi de güç yüzüğüyle yapabilirsiniz. (detay vermek istemem) yani yanınızda bulunduracağınız "gollum muhabiri" sağa sola salarak sizin adınıza çalışmasını sağlarsınız. ancak güç yüzüğü sahibi olan dolayısıyla "gollum muhabir" evcilleştirebilmiş senior muhabirlerin sayısı bir elin parmağını geçmez.